MENDİL


MENDİL





Sekiz yaşındaydım sanırım,  bir Ramazan ayı daha sona ermiş, o zamanki yaygın adı ile Şeker Bayramı’nı kutluyorduk, ki annemin teşviki ile, samimi olduğumuz komşuların kapısını çalıp el öpüyor, ikram edilen şekerleri ve paraları utana sıkıla kabul ediyordum.  Birkaç kapı tokmakladıktan sonra bayramlaşma görevini kısa kestim ve en son Çalgıcı Ali’nin karısı Hediye teyzenin verdiği kenarı mavi işlemeli mendile baka baka eve döndüm.  Hediye teyze acaba bu mendili bana niye vermişti?  “Al bunu annene götür” filan da dememiş, ikram ettiği rengârenk akide şekerlerinden ısrarla bir avuç verdikten sonra bu mendili de uzatmıştı bana.  “Al burnunu sil” mi demek istemişti?  Ama burnum akmıyordu ki!  Belki de akide şekerlerini yedikten sonra elimi-ağzımı bu mendil ile temizlememi istemişti, olur ya.  Elimdeki mendile aval aval bakmakta olduğumu gören annem;

-        Oooo, mendil de vermiş Hediye Hanım, ha? dedi.

           “Al” diyerek mendili anneme uzatacak oldum,

-       Yoo, dedi o mendil senin.

-       Niye mendil verdi ki o kadın bana?

-       Adettir oğlum, genellikle Şeker Bayramında çocuklara mendil de verilir.

-       Gelen çocuklara sen niçin mendil vermiyorsun o zaman? dedim, gülümsedi,

-       İstanbul’dayken ben de mendil verirdim, oralarda adettir, ama Adana’da şeker ve para veriliyor çocuklara sadece, ilk zamanlar ben de burada mendil dağıtıyordum ama sonra vaz geçtim.  Hediye teyzenler yeni taşındılar İstanbul’dan biliyorsun,  hala orada alıştığı adeti devam ettiriyor ama eminim yakında o da vazgeçer.



Her sabah öğretmenimiz bizi sıraya dizer, iki elimizi birleştirip parmaklarımızı mendilimizin üzerine koymamızı ister ve tırnak muayenesi yapardı.  Bu aynı zamanda temiz mendilimizin olup olmadığının da denetimiydi.  Ya mendiller bembeyaz ve ütülü olacak, ya da çat çat diye cetvel vurulan avuçlar kızaracak!  Başka seçenek yok!  İyi de, mendili çocuk yıkayıp ütüleyemeyeceğine göre, yani anne bu görevi yapmamışsa,  dayağı yiyen neden hep çocuk oluyordu ki acaba?  O zamanlar böyle bir soruyu öğretmen denilen ilaheye soramazdık tabii ki.  Evlerinde ütü olmayan arkadaşlar ise mendillerini akşamdan ağır bir eşyanın altında presler, sabaha ütülüymüş gibi itina ile ceplerine yerleştirirlerdi.



Önlüklerimizin önünde iki cep olurdu.  Bunlardan birisi mendile ayrılır, diğeri çeşitli amaçlara hizmet ederdi.    Ama Necdet arkadaşımızın her iki cebinde de her zaman pırıl pırıl, bembeyaz ve itina ile ütülenmiş mendilleri bulunurdu.  Lakabı Çifte Mendilli Necdet idi.  Sabah denetimlerinde öğretmenden her zaman “Aferin” alırdı, ki biz çok alışmıştık buna  ve bu nedenle de Necdet ile bu konuda rekabete kalkışanımız hiç olmadı.  Ne var ki, Necdet de bu iki mendili babasının hayrına taşımıyordu.  Her zaman, yani kışın ve yazın, burnu akardı Necdet’in!  Burun, burun değil çeşmeydi mübarek!



Aslında annesi çok temiz ve titiz bir kadın olan Lık Lık Mahir mendilini o sabahki denetimden önce kullanıp kirletmek durumunda kalmış ve öğretmene temiz bir mendil gösteremediği için de ilk dayağını yemişti.  Kızarmış avuçlarını ovuştururken dayanmadı ve  Necdet’e “aferin” demekle meşgul olan öğretmenimize,

-       Necdet’in mendillerine bir de son derste bak bakalım, o zaman da aferin verecek misin? demek cüretini gösterdi.

“Eyvahlar olsun” diye düşündük biz çocuklar aynı anda, “Öğretmene isyan bu!  Inınınınnnn…  Şimdi ilahemiz çok kızacak ve bir dayak faslı daha başlayacak!” 

Ama hiç de öyle olmadı.  “Olur, emredersiniz Mahir Bey” dedi  Muzaffer öğretmen, hem de gülümseyerek!



Bu olaydan sonra bizim Necdet,  olası bir son ders denetiminde de temiz mendilleri ile “aferin” alabilmek için,  tedbirli davranarak burnunu mendille silmeyi bıraktı ve önlüğünün kollarını mendil niyetine kullandı günlerce.  Birkaç gün bu böyle devam ettikten sonra, baktı ki son derste mendil denetimi olmuyor, her şey eskiye döndü ve çeşme burnu mendilleri ıslatmaya başladı yine.

Ama bir hafta kadar sonra bir gün son derste öğretmenimiz mendillerimizi çıkartıp  sıranın üzerine koymamızı istedi.   Ceplerimizden çıkartıp alelacele katladığımız mendilleri dizdik sıralara.  Herkesin mendili  sıranın üzerinde ama Necdet’inkiler yok! 

-       Senin mendillerin nerede Necdet?

-       Şeyyy öğretmenim, var ama…

-       E hadi o zaman, çabuk çıkart bakalım.



Çaresiz elini cebine daldıran Necdet sırılsıklam ıslak ve buruşuk iki mendil çıkartıp sıranın üzerine koydu.  “Aha” dedi arkamdaki sırada oturan Lık Lık Mahir, “şimdi dayağı yedin Çifte Mendilli Necdet efendi!  Ama hiç de beklediğimiz gibi olmadı.

-       Bakın çocuklar, dedi öğretmenimiz, mendil süs olsun diye taşınmaz, işte bakın arkadaşınız Necdet akşama kadar burnunu mendilleri ile temizlemiş.  Onu örnek alın.  Aferin sana Necdet!

Necdet’in aldığı bu son ders aferini üzerine, bir hafta önce yediği dayağın acısını bir kez daha içinde hisseden Mahir, hırsla önündeki mendili aldı ve sesli sesli  sümkürdü!  Yine isyan, yine protesto ve yine yenilgi…



Mendil taşımanın sadece bir Türk adeti olduğunu sanan bizler, mendile “mandilion” diyen Yunanlıların taa Milattan önce 1. yüzyılda burun ve ter silmek için mendil kullandıklarını, Roma ve Bizans’ta tören başlama ve bitiş işaretlerinin mendil ile verildiğini nereden bilebilirdik ki? 



Elimde beyaz mendil

Gözlerimde yaşlarım

Derdimi anlatıyor

Beyazlayan saçlarım



Kimisi elindeki beyaz mendil ile yaşlanmışlığını dile getirirken kimisi de “Üsküdara gider iken…” bir mendil bulur ve başka bir kap bulamadığı için olsa gerek, bulduğu bu mendile lokum doldurur.



İlkokul yıllarında başımıza bela olan mendilin hayatımızda ne kadar önemli bir yer tuttuğunu yıllar geçtikçe anlayacaktık.  Şarkıların, türkülerin neredeyse yarısında mutlaka bir mendil bulunuyordu. 



Al mendilim sakla benden yadigar

Bir ucuna işle beni çiz beni

Ve bir kalp oy paramparça oklanmış

Üstüne de kondur beni kaz beni





Eski İstanbul’da, genellikle  Kağıthaneye gidip seyr-i alem eyleyen dilberler, kendilerine ilgi duyan ve arkaları sıra yürüyen kaytan bıyıklı delikanlıların arasında hoşlarına giden bir tanesi olursa önüne mendil düşürmek sureti ile onu beğendiklerini belli ederlermiş.  Mendili yerden alıp koklayan delikanlının da o anki ruh halini bir düşünün  artık….

“Mendilinizi düşürdünüz küçük hanım, buyurun…” diyerek kıza yaklaşacak, bir sohbet başlatacak, ilk defa yakından görme şansına kavuştuğu ve (ne renk olursa olsun) dünyada bir eşi daha olmadığına yeminler edeceği bir çift gözün içerisinde kaybolacak, yitecek...



Gel hakkını helal eyle pembelim

Gökyüzüne açık her iki elim

Benden sana emanettir mendilim

Çevresine vefa diye diz beni



Oğlan askere giderken ona verilen en değerli hediye nedir?  Tabii ki yavuklusunun veya nişanlısının kendisine verdiği mendil!  “Gel teskere geeel…” diye iç geçirdiğinde, verilen sigara molasında çektiği ilk nefesten sonra veya gece koğuştaki ranzasına uzandığı ilk anda eli iç cebindeki o kutsal mendile gidecek, sevdiğinin “el işi göz nuru” olarak işlediği şekillerle veya harflere bakacak,  gelecek günlerin hayalini kuracak….



Al mendilim katmer katmer iz benden

Elindeyse soğu benden bez benden

Mümkün mü ki ayrıl benden tez benden

Mendilime destan diye yaz beni



Mendilsiz çekilen halay tuzsuz yemek gibidir.  Yenir yenmesine de tadı olmaz.  Hem halay başının ekibindekilere yeni bir figüre geçileceğini, bir figürün tekrar edileceğini veya halayın sonlandırılacağını elindeki mendil ile işmar ettiğini biliyor musunuz?  Ben bilmiyordum, yeni öğrendim.



Gerektiği yerde mendil bir şapkadır.  Alın elinize büyükçe bir mendil, dört ucuna düğüm atıp ortasını torbalandırın ve geçirin kafanıza.  Bakın bakalım kafanızı güneşten koruyor mu korumuyor mu?  Hele hava çok sıcaksa,  başınızdaki mendili bir de ıslatırsanız, görün bakalım klima neymiş?  Eskiden inşaat amelelerinin boynunda bir tane, başında bir tane olmak üzere en az iki mendilleri olurdu.  Birisi başlarını güneşten korur, diğeri ile de terlerini silerlerdi.



Bulunduğunuz ortamda nahoş bir koku mu var, ya da havada toz mu var?  Nefes almak için filtreniz yine mendil!  Ağzınızı-burnunuzu mendil ile kapatmak yeterli.



Mendilden paraşüt olur mu demeyin, zira olur, hem de çok güzel  olur.  Yine dört ucuna birer düğüm atın.  Bu düğüm topuzlarına birer ip bağlayın.  İpleri iki karış kadar aşağıda birleştirin ve bu dört ipin ucuna bir ağırlık bağlayın. Tamam.  Şimdi atın mendili havaya, süzülsün paraşütünüz.  Yani oyuncak olmasını da bilir bizim hünerli mendilimiz.



Kız ya da oğlan nişanlı, bayramda seyranda karşı tarafa hediye almak gerekir değil mi?  İlk akla gelen mendil-çorap ikilisi…  Zaman içerisinde bu hediye mendiller o kadar çoğalır ki, sadece mendillerden oluşan bir bohça yapmak gerekir bir evde, ya da varsa, özel  bir çekmece icap eder.  Zaten hala “çeyiz kesen” ailelerde düğün öncesi ilk alınan şey mendildir.  Çeyizdi, hediyeydi derken biriken bu mendiller gün olur çekmecelere bile sığmayabilir yani.



Mendilin asıl kullanım amaçlarının başında gözyaşı silinmesi gelir.  Doğum olur; mendil, ölüm olur; mendil, düğün olur; mendil, acıklı filme gidilir; mendil, mendil, mendil…



Mendilimin yeşili

Ben kaybettim eşimi

Al bu mendil sende kalsın

Sil gözünün yaşını



Evden çıkarken babalar mutlaka cebine temiz bir mendil koyar, anneler ise çantalarına bir tanede fazla  alırlardı.  Mendilsiz bir insan düşünülemezdi bile o yıllarda.



Bir de ne oyunlar oynatır bu mendil ki sormayın.  Mendil Kapmaca, Aba Alması, Arpa Çarpa ve daha niceleri…  Hünerli isen, mendile koyup bohçaladığın nesneleri kaybetme numarası yaparsın ve adın sihirbaza çıkar…   



Gemiye veya trene binmiş sevdiklerinden ayrılıyorsun değil mi? 

Kibar bir kişi isen, elini sallayarak değil mendilini sallayarak veda edersin.



Madem küstün dargındın

Neden geldin ağladın

Rıhtımda boynu bükük

Bana mendil salladın



Kullanımı çok daha kolay ve  yıkanıp ütülenmesine gerek duyulmayan kağıt mendiller indirdiler bizim güzelim bez mendillerimizi tahtından, geçtiler onun yerine kuruldular.  Öyle bir kurulma ki, bundan sonra bizim bez mendillerimiz zor görürler kaybettikleri o tahtı bir daha.  Geri gelmeyecek olan  o mendilli gençlik günlerimiz için mi, yoksa mutfaktan gelen soğan kokusu nedeni ile mi bilemiyorum ama sanki gözlerim yaşardı gibi şu an be.  Ah elimde bembeyaz bir bez mendil olsaydı da gözyaşlarımı silebilseydim.  Hiç kullanmayacak olsam bile, yarından tezi yok cebime bir mendil koyacağım.  Cep telefonundan daha da ağır olacak değil ya…



Adil Karcı – 30 Temmuz 2014





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder