“Zombada zombada zombada tak tak….”
“Zombada zombada zombada tak tak….”
- Gene mi lan? Gene mi lan? Başka duracak yer mi yok be?
diye söylenerek kafamı yastığın altına soktum. Sanki koca
sokakta duracak yer yok, bir tek benim penceremin altı var! Yahu çala
çala gidiyorsun işte, çal şu davulunu ama durma, yürü be
kardeşim. Durup dinlenecek tek nokta benim kulağımın dibi mi olmalı
ille de? Hadi dinlenceksin, dinlen ama bari şu tokmağı davuldan uzak
tut biraz yahu!
Bundan on yıl kadar
önceydi, iki ortak yurt dışına taze sebze meyve ihracatı yapmaya
çalışıyoruz. Babadan kalma mesleği olduğu için, ortağım sebze meyvenin
toptan alımını üstlenmişti, ben de paketleme ve yurt dışına satışlarını
yapıyordum. Bizim ortak hastalanıp ameliyat olacak zamanı tam
ayarlayamamış olsa gerek ki Ramazan ayının başında hastaneye
yattı. Bütün işler de bana kaldı mı! Sabahın köründen akşamın geç
vaktine kadar o tarla, senin bu gümrük benim dolanıp
duruyorum. Haliyle, oruç-moruç düşünecek halim yok, zira gün içerisinde
zaten yemek yemeye vakit bulamıyorum, su da içmesem otomatikman oruç
tutmuş olacağım, öyle yani…
Yorgun argın eve geldiğimde tek düşündüğüm 3-5 saatlik bir
uyku, ona da davulcu müsaade etmiyor! Birkaç saat uyuduktan sonra bu
“zom, zom, zom” sesleriyle yataktan bir karış havaya fırlıyorum, bir
daha uykuyu kim kaybetti ki sen bulasın?. Ertesi gün, çölde Leylasını
arayan Mecnun misali, uykusuzluktan paralize olmuş halde, kapanmasınlar
diye göz kapaklarımla savaş ederek salak salak bir oraya bir buraya
koşturuyorum.“Dommm, dommm, dommmm”
“Dommm, dommm, dommmm”
Makam mı değiştirdi, ritim mi değiştirdi, neyse ne ama bizim
davulcu küçük çubuğuyla “tak, tak” diye vurmuyor bu gece. Üstelik, her
zamanki dinlenme noktasında da durmadı ve transit geçti benim
pecereyi. Ohhh be, artık akıllanıyor olmalıydı her halde. Ama
sevincim çok uzun sürmedi, birkaç gün sonra eski ritmine döndü ve de
yine durak yeri benim pencerenin altı tabii ki! Yahu bari İstanbul’un
eski davulcuları gibi mani filan söyle de birazcık olsun şu zomburtudan
kurtulalım. Acaba o manilerden yazıp şu adamın eline tutuştursam okur
muydu? Duyduğum en meşhur manileri hatırlamak için hafızamı zorladım:
Eski cami direk ister
Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur ama
Arkadaşım börek ister
Davulumun ipi kaytan
Kalmadı sırtımda mintan
Verin ağalar bahşişim
Alayım sırtıma mintan
Eminim zahmet edip mani filan okumazdı bu herif. O halde pencereyi açıp:
- Kes lan artık, burada uyumaya çalışan var! diye bağırsa mıydım?
Bunu yapamazdım, zira hiçbirisinin oruç tutmadığını bildiğim tüm komşular:
- Aaa ne ayıp! Dinsiz-imansıza bak! şeklinde beni suçlarlardı, davul sesinden kendileri de rahatsız oldukları halde…
Davulcuya gidip yalvarsam? Yok, yok
umursamazdı beni. Onun bütün derdi bayramda kapı kapı gezip toplayacağı
bahşişti. Tamam, buldum! Mahalleye gelmesin diye bolca para
versem? Yok bundan da vazgeçtim. Çünkü parayı alır yine de gelirdi. O
zaman ne yapacağım? “Bu adam davul çalmasın diye para verdim, sözünü
tutmadığı için şimdi dövüyorum bu pezevengi” diyemezdim ki mahalleliye!
Çare? Yatarken
kulaklarıma pamuk tıkamak! Ama bu kısmen işe yaradı, kısmen de
yaramadı. Zira davulcu sokağın başındayken duymuyordum ama evin önüne
geldi mi tıkaç da kar etmiyordu. “Davulun sesi uzaktan hoş gelir”
derler. Hadi be! Artık bana ne uzaktan ne de yakından hoş geliyordu bu
ses. Hatta nefret etmeye başladığımı söylesem yalan olmazdı.
“Zommm tiki tak tak, zommm tiki tak tak….”
Ulan tam kulağımı yeni ritme alıştırmıştım,
herif yine ritim değiştirmez mi? Artık av tüfeğimin içinde durduğu
dolaba taraf bakar olmuştum. Adamı vurmasam da hiç olmazsa
davulunun orta yerine saçmalarla bir delik açabilirdim. İyi de,
“cinayete teşebbüs”ten kodese düşmek vardı işin içinde… En iyisi ben
tüfeğin bulunduğu dolabı kilitleyip anahtarını fırlatıp atmalıydım, ne
olur ne olmaz, ya gecenin bir yarısında nevrim dönerse?
Birkaç
günde bir yapılan bu ritim değişikleri ile Ramazan Ayı’nı “uykusuz ama
vukuatsız” olarak hitama erdirdik! Bayramın ilk günü, daha kahvaltıya
oturmadan bizim dairenin kapısının önünde bir gümbürtü koptu:
“DANNNN, DANNNNN, DANNNN….” Davul olmasına davuldu da, bunun sesi Ramazan geceleri çalınana rahmet okutuyordu! Hırsla kapıyı açtım,
- İyi bayramlar abi! dedi karşımda duran orta boylu, siyah şalvarlı, karaşın bir oğlan.
Bende ses
yok! Gözlerim haşin bir şekilde açılmış, suratımda korkunç bir
gülümseme, beynimdeki hücreler ise önemli bir karar vermek için oturum
halindeler…
“İşte” diyorum içimden “koyun kurdun ayağına kadar kendisi geldi, intikammmm, intikammmm!”
“Acaba
satır mı kullansam, yoksa kıyma bıçağı daha mı iyi olur? Yoook, öyle
bir anda öldürüp kurtarmak olmaz. Önce iyice bir dövmeliyim, sonra
dilim dilim dilim…..” diye düşünürken, bir elinde şekerlik, diğerinde
cüzdanımla kızım yanımda belirdi.
- Baba! Babaaaa! Al, lazım olur.
Kızımın sesi ile kendime geldim. Çaresiz bir şekilde;
- Sana da iyi bayramlar, gerçi geceleri beni hiç uyutmadın ya neyse….
diyerek cüzdandan bir onluk çıkartıp uzattım
muhayyel kurbanıma. Kızımda şeker tuttu. Bir avuç şekeri alıp
şalvarının cebine atan oğlan sırıtaraktan:
- Bak gördün mü, işimi iyi yapmışım ki
her gece uyanmışsın işte amca! diyerek yukarı kata çıkmak üzere
merdivenlere yürüdü. Hem işkence çekmiştim, hem de üstüne bahşiş
vermiştim. Sinirden sıktığım avucumdaki tırnak izlerime baka baka
girdim içeriye.
Aradan
yarım saat geçmemişti ki kapıda yine bir zomburtu koptu! Yine kapıya
ben koştum ama bu defa dövmek-öldürmek için değil, davulcunun ikinci
defa neden geldiğini öğrenmek için. Aaaa, aaaa, bu sefer daha kısa
boylu başka bir davulucu!
- Ulan bir mahallede kaç davulcu olur? Demin bahşiş verdik gönderdik! dedim.
-
Tam kapıyı suratına çarpacaktım ki;
- Abi
o sahtekarın teki yaaa… Biz saygı edip sabah çok erken gelmiyoruz
size. O adi oğlu adi benden önce davranıp gelip sizden bahşiş
toplamış! Ramazan boyu ben çaldım, başkası parsayı kaptı. Bana da
yazık be abi! dedi. Yaniiii, asıl hedefim buymuş
demek! Karşımdaki cilloz oğlana bir tane patlatmak geldi içimden ama
vursam yarısı boşa gidecek! Elimden bir kaza çıkmasın diye kendimle
cebelleşirken, kızım yine şeker-cüzdan ikilisiyle yanımda bitti ve de
bizden bir onluk daha gitti!
İlk
misafirlerimizi yolcu etmek amacıyla kapıyı açtığımda elindeki davulu
çalmadan bekleyen ve zile doğru uzanan bir davulcuyla daha karşılaşsam
iyi mi?
- Sen kimsin lan? diye bağırdım.
- Ne bağırıyon abi, ben bu mahallenin resmi davulcusuyum.
- Ne resmisi lan? Sen buraya gelen üçüncü davulcusun bugün.
- Abi valla onlar dolandırıcı! İnanmazsan bak elimde muhtardan imzalı belge var.
Gayri ihtiyari uzattığı belgeyi alıp
baktım. Hayret, hakikaten de bizim mahallenin muhtarı bir izin belgesi
yazıp kaşelemiş imzalamış! Gitti mi bizden üçüncü onluk!
Neyse, bir
daha davulcu mavulcu gelmedi ama yaşadığım bu “travma” sonucu akşama
doğru başıma bir ağrı girdi, arıyorum evde ilaç yok! Gazeteye baktım,
birkaç yüz metre ötedeki bir eczane nöbetçi. “Tamam” dedim, “yaya
olarak giderim, hem hava da almış olurum”.
Ana caddeye çıktım, eczaneye doğru yürümeye
başladım. Bir de ne göreyim? Beni (ve de mahalleliyi) söğüşleyen
üç davulcu yol kenarındaki alçak bir duvara
tünemiş,“kardeş-kardeş” güle oynaya cigara tellendiriyorlar! Artık
dayanamadım,
- Lan
sahtekarlar! Hani lan biriniz hakiki diğerleri dolandırıcıydı? Hani
lan “onu yakalarsanız parça parça” yapacaktınız?
İlk gelen davulcu saygılı bir şekilde ayağa kalktı;
- Abi
be n’olur bizi hoş gör. Aslında biz akrabayız ve beraber
çalışıyoruz. Ama herkes senin gibi cömert değil ki. Biz bütün yıl bu
Ramazan ayını bekleriz, birçok ev para vermez, verenler de bir iki lira,
hepsi o kadar. Biz bu dümenle biraz daha fazla para
toplayabiliyoruz. Ne olur affet. İstersen senin bahşişleri geri
verelim. Eskiden hemen hemen her düğüne davulcu çağırılırdı. Daha
sonraları sadece sünnet düğünlerine gider olduk. Bir müddet sonra
herkes sünneti hastanede yapmaya başladı, o işten de olduk. Kala kala
bir sendika grevleri ve de parti mitingleri kaldı bize. O da ayda yılda
bir. Şimdi Ramazan gecelerini bölüştük, nöbetleşe çalıyoruz. Sen söyle
abi ne yapabilirdik ki başka? Eve nasıl ekmek götürelim, çalalım da
hırsız mı olalım? Yok ki başka mesleğimiz.
Üç değişik ritmin sebebi hikmetini de öğrenmiştim böylece.
İlaç almak
için yanıma aldığım paradan bir onluk daha çıkartıp attım önlerine ve
beynimde hala yankılanan “zombada zomm, zombada zommm” ritmine uyarak,
uygun adımlarla Eczaneye doğru yollandım…
Adana, 08.08.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder