RAMAZAN DAVULCUSU

DAVULCU 2 
 
“Zombada zombada zombada tak tak….”
“Zombada zombada zombada tak tak….”


 -        Gene mi lan?   Gene mi lan?  Başka duracak yer mi yok be?  
 diye söylenerek kafamı yastığın altına soktum.   Sanki koca sokakta duracak yer yok, bir tek benim penceremin altı var!   Yahu çala çala gidiyorsun işte, çal şu davulunu ama durma,  yürü be kardeşim.  Durup dinlenecek tek nokta benim kulağımın dibi mi olmalı ille de?  Hadi dinlenceksin, dinlen ama bari şu tokmağı davuldan uzak tut biraz yahu!
 Bundan on yıl kadar önceydi, iki ortak yurt dışına taze sebze meyve ihracatı yapmaya çalışıyoruz.  Babadan kalma mesleği olduğu için, ortağım sebze meyvenin toptan alımını üstlenmişti, ben de paketleme ve yurt dışına satışlarını yapıyordum.  Bizim ortak hastalanıp ameliyat olacak zamanı tam ayarlayamamış olsa gerek ki  Ramazan ayının başında hastaneye yattı.  Bütün işler de bana kaldı mı!  Sabahın köründen akşamın geç vaktine kadar o tarla, senin bu gümrük benim dolanıp duruyorum.  Haliyle, oruç-moruç düşünecek halim yok, zira gün içerisinde zaten yemek yemeye vakit bulamıyorum, su da içmesem otomatikman oruç tutmuş olacağım, öyle yani…
Yorgun argın eve geldiğimde tek düşündüğüm 3-5 saatlik bir uyku, ona da davulcu müsaade etmiyor!   Birkaç saat uyuduktan sonra bu “zom, zom, zom” sesleriyle yataktan bir karış havaya fırlıyorum, bir daha uykuyu kim kaybetti ki sen bulasın?.  Ertesi gün, çölde Leylasını arayan Mecnun misali, uykusuzluktan paralize olmuş halde, kapanmasınlar diye göz kapaklarımla savaş ederek salak salak bir oraya bir buraya koşturuyorum.
 “Dommm, dommm, dommmm”
“Dommm, dommm, dommmm”
 Makam mı değiştirdi, ritim mi değiştirdi, neyse ne ama bizim davulcu küçük çubuğuyla “tak, tak” diye vurmuyor bu gece.  Üstelik, her zamanki dinlenme noktasında da durmadı ve transit geçti benim pecereyi.  Ohhh be, artık akıllanıyor olmalıydı her halde.   Ama sevincim  çok uzun sürmedi, birkaç gün sonra eski ritmine döndü ve de yine durak yeri benim pencerenin altı tabii ki!    Yahu bari İstanbul’un eski davulcuları gibi mani filan söyle de birazcık olsun şu zomburtudan kurtulalım.  Acaba o manilerden yazıp şu adamın eline tutuştursam okur muydu?  Duyduğum en meşhur manileri hatırlamak için hafızamı zorladım:
 Eski cami direk ister
Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur ama
Arkadaşım börek ister


Davulumun ipi kaytan
Kalmadı sırtımda mintan
Verin ağalar bahşişim
Alayım sırtıma mintan
  Eminim zahmet edip mani filan okumazdı bu herif.  O halde pencereyi açıp:
 -       Kes lan artık, burada uyumaya çalışan var!  diye bağırsa mıydım?
 Bunu yapamazdım, zira hiçbirisinin oruç tutmadığını bildiğim tüm komşular:
 -        Aaa ne ayıp!  Dinsiz-imansıza bak!  şeklinde beni suçlarlardı, davul sesinden kendileri de rahatsız oldukları halde…
 Davulcuya gidip yalvarsam?  Yok, yok umursamazdı beni.  Onun bütün derdi bayramda kapı kapı gezip toplayacağı bahşişti.  Tamam, buldum! Mahalleye gelmesin diye bolca para versem?  Yok bundan da vazgeçtim.  Çünkü parayı alır yine de gelirdi.  O zaman ne yapacağım?  “Bu adam davul çalmasın diye para verdim, sözünü tutmadığı  için şimdi dövüyorum bu pezevengi” diyemezdim ki mahalleliye!
 Çare?  Yatarken kulaklarıma pamuk tıkamak!  Ama bu kısmen işe yaradı, kısmen de yaramadı.  Zira davulcu sokağın başındayken duymuyordum ama evin önüne geldi mi tıkaç da kar etmiyordu.  “Davulun sesi uzaktan hoş gelir” derler.  Hadi be!  Artık bana ne uzaktan ne de yakından hoş geliyordu bu ses.  Hatta nefret etmeye başladığımı söylesem yalan olmazdı.
 “Zommm tiki tak tak, zommm tiki tak tak….”                  
 Ulan tam kulağımı yeni ritme alıştırmıştım, herif yine ritim değiştirmez mi?  Artık av tüfeğimin içinde durduğu dolaba taraf bakar olmuştum.  Adamı vurmasam da hiç olmazsa davulunun  orta yerine saçmalarla bir delik açabilirdim.  İyi de, “cinayete teşebbüs”ten kodese düşmek vardı işin içinde…  En iyisi ben tüfeğin bulunduğu dolabı kilitleyip anahtarını fırlatıp atmalıydım, ne olur ne olmaz, ya gecenin bir yarısında nevrim dönerse?
 Birkaç günde bir yapılan bu ritim değişikleri ile Ramazan Ayı’nı “uykusuz ama vukuatsız” olarak hitama erdirdik!  Bayramın ilk günü, daha kahvaltıya oturmadan bizim dairenin kapısının önünde bir gümbürtü koptu:
 “DANNNN,  DANNNNN, DANNNN….”    Davul olmasına davuldu da, bunun sesi Ramazan geceleri çalınana rahmet okutuyordu!   Hırsla kapıyı açtım,
 -        İyi bayramlar abi!    dedi karşımda duran orta boylu, siyah şalvarlı, karaşın bir oğlan.
Bende ses yok!  Gözlerim haşin bir şekilde açılmış, suratımda korkunç bir gülümseme, beynimdeki hücreler ise önemli bir karar vermek için oturum halindeler…
“İşte” diyorum içimden  “koyun kurdun ayağına kadar kendisi geldi, intikammmm, intikammmm!”  
 “Acaba satır mı kullansam, yoksa kıyma bıçağı daha mı iyi olur?  Yoook, öyle bir anda öldürüp kurtarmak olmaz.   Önce iyice bir dövmeliyim, sonra dilim dilim dilim…..” diye düşünürken, bir elinde şekerlik, diğerinde cüzdanımla kızım yanımda belirdi.
-        Baba!  Babaaaa!  Al, lazım olur.
 Kızımın sesi ile kendime geldim.  Çaresiz bir şekilde;
 -        Sana da iyi bayramlar, gerçi geceleri beni hiç uyutmadın ya neyse….

diyerek cüzdandan bir onluk çıkartıp uzattım muhayyel kurbanıma.  Kızımda şeker tuttu.   Bir avuç şekeri alıp şalvarının cebine atan oğlan sırıtaraktan:
 -        Bak gördün mü, işimi iyi yapmışım ki her gece uyanmışsın işte amca! diyerek yukarı kata çıkmak üzere merdivenlere yürüdü.   Hem işkence çekmiştim, hem de üstüne bahşiş vermiştim.  Sinirden sıktığım avucumdaki tırnak izlerime baka baka girdim içeriye.
 Aradan yarım saat geçmemişti ki kapıda yine bir zomburtu koptu!  Yine kapıya ben koştum ama bu defa dövmek-öldürmek için değil, davulcunun ikinci defa neden geldiğini öğrenmek için.  Aaaa, aaaa, bu sefer daha kısa boylu başka bir davulucu!
 -        Ulan bir mahallede kaç davulcu olur?  Demin bahşiş verdik gönderdik! dedim.
-        
Tam kapıyı suratına çarpacaktım ki;
-        Abi o sahtekarın teki yaaa…  Biz saygı edip sabah çok erken gelmiyoruz size.  O adi  oğlu adi benden önce davranıp  gelip sizden bahşiş toplamış!   Ramazan boyu ben çaldım, başkası parsayı kaptı.  Bana da yazık be abi! dedi.  Yaniiii, asıl hedefim buymuş demek!  Karşımdaki cilloz oğlana bir tane patlatmak geldi içimden ama vursam yarısı boşa gidecek!  Elimden bir kaza çıkmasın diye kendimle cebelleşirken, kızım yine şeker-cüzdan ikilisiyle yanımda bitti ve de bizden bir onluk daha gitti!
 İlk misafirlerimizi yolcu etmek amacıyla kapıyı açtığımda elindeki davulu çalmadan  bekleyen ve zile doğru uzanan bir davulcuyla daha karşılaşsam iyi mi?
 -        Sen kimsin lan?   diye bağırdım.
-       Ne bağırıyon abi, ben bu mahallenin resmi davulcusuyum.
-       Ne resmisi lan?  Sen buraya gelen üçüncü davulcusun bugün.
-       Abi valla onlar dolandırıcı!  İnanmazsan bak elimde muhtardan imzalı belge var.
Gayri ihtiyari uzattığı belgeyi alıp baktım.  Hayret, hakikaten de bizim mahallenin muhtarı bir izin belgesi yazıp kaşelemiş imzalamış!  Gitti mi bizden üçüncü onluk!
 Neyse, bir daha davulcu mavulcu gelmedi ama  yaşadığım bu “travma” sonucu akşama doğru başıma bir ağrı girdi, arıyorum evde ilaç yok! Gazeteye baktım, birkaç yüz metre ötedeki bir eczane nöbetçi.  “Tamam” dedim, “yaya olarak giderim, hem hava da almış olurum”.  
 Ana caddeye çıktım, eczaneye doğru yürümeye başladım.  Bir de ne göreyim?  Beni (ve de mahalleliyi) söğüşleyen üç  davulcu  yol kenarındaki alçak bir duvara tünemiş,“kardeş-kardeş”  güle  oynaya cigara tellendiriyorlar!     Artık dayanamadım,
 -        Lan sahtekarlar!   Hani lan biriniz hakiki diğerleri  dolandırıcıydı?  Hani lan “onu yakalarsanız parça parça” yapacaktınız? 
  İlk gelen davulcu saygılı bir şekilde ayağa kalktı;
 -       Abi be n’olur bizi hoş gör.  Aslında biz akrabayız ve beraber çalışıyoruz.  Ama herkes senin gibi cömert değil ki.   Biz bütün yıl bu Ramazan ayını bekleriz, birçok ev para vermez, verenler de bir iki lira, hepsi o kadar.  Biz bu dümenle biraz daha fazla para toplayabiliyoruz.  Ne olur affet.  İstersen senin bahşişleri geri verelim.  Eskiden hemen hemen her düğüne davulcu çağırılırdı.  Daha sonraları sadece sünnet düğünlerine gider olduk.  Bir müddet sonra herkes sünneti hastanede yapmaya başladı, o işten de olduk.  Kala kala bir sendika grevleri ve de parti mitingleri kaldı bize.  O da ayda yılda bir.  Şimdi Ramazan gecelerini bölüştük, nöbetleşe çalıyoruz. Sen söyle abi ne yapabilirdik ki başka?  Eve nasıl ekmek götürelim, çalalım da hırsız mı olalım?  Yok ki başka mesleğimiz.
 Üç değişik ritmin sebebi hikmetini de öğrenmiştim böylece. 
İlaç almak için yanıma aldığım paradan bir onluk daha çıkartıp attım önlerine ve beynimde hala yankılanan “zombada zomm, zombada zommm” ritmine uyarak, uygun adımlarla Eczaneye doğru yollandım…

Adana, 08.08.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder