KAĞIT-KALEM


ADIL2 copy

 KAĞIT-KALEM
Sabah gazetelerine kısaca bir göz attıktan sonra, her zaman olduğu gibi, birkaç bulmaca çözmek amacı ile bir kalem almak için çalışma masamın çekmecesini çektim.  Onlarca tükenmez ve kurşun kalem arasından hangisini alsam diye tereddüt içerisindeyken biraz duraksadım ve kendimi 1952 yılında buldum.                   
İlkokula başladığım 1952 yılına kadar evimizde babamın bir dolmakalemi ve de genel kullanım amaçlı bir kopya kalemimiz vardı sadece.  Kopya kalemini şimdiki gençlerin  bilebileceğini hiç sanmıyorum.  Bu kalemler klasik tahta kurşunkalem şeklindeydi ve genelde mavi renkli yazardı.  Kırmızı yazanları da vardı ama fazla kullanılmazdı.  Islatıldıkları zaman mürekkeple yazıyormuş hissi verirlerdi ve yazılanları silmek pek mümkün olmazdı. Çocukken bunlarla oynamamıza  izin verilmezdi, zira dilimize, dudağımıza, dişlerimize değdirirsek günlerce mor bir ağızla dolaşmak zorunda kalabilirdik.  Gerçek miydi değil miydi pek bilmiyorum ama, belki ağzımıza değdirmeyelim diye “zehirli” de derlerdi. 
Kopya kalemleri devlet dairlerinde kullanılan tek tip kalemdi o zamanlar.  Zira, birkaç sayfa birden elde etmek için aralarına kopya kağıdı konularak yazılan yazılar için de çok uygundu.  Birincisi, asıl nüshada tahrifat yapılamazdı (çünkü silinemezdi) ve de alt kopyalara geçmesi için bastıra bastıra yazıldığında kalemin ucu kolay kolay kırılmazdı.  İster kopya kaleminin olsun, isterse kurşunkalemin olsun, ucunu açmak ustalık isterdi.  Ya keskin bir küçük bıçağın olacak ya da jilet kullanacaksın.  (Ortası üç delikli Bimini  jiletler daha sert olduğu için tercih edilirdi, sonraları hayatımıza giren Nacet biraz zayıf bulunurdu bu konuda).  Kalem ucu açarken elimizi çok kesmişliğimiz vardır ve bu fırsattan istifade çoook “kankardeş” edinmişizdir. Kalem açacağı ise daha sonraları imdadımıza yetişti.   Taa ki otomatik kurşun kalemler çıkana kadar da saltanatını sürdürdü.  Duyduğuma göre, şimdilerde sadece bayanların kaş kalemlerini açmak için sanatlarını icra ediyor ve yaşamlarını idame ettiriyorlarmış.
(Haa kolejdeki sınıflarda bulunan, kahve değirmeni gibi çevire çevire kalemimizi açtığımız o “lüks” aleti de anmadan geçmek olmaz bu arada.)
 İlkokula başlayınca “kurşunkalem” ile tanıştım.  Ama kalemin ortasındaki grafit değil resmen “kurşun”du!   O güzelim “Faber” kurşun kalemler ya Adana’ya vasıl olmamıştı henüz ya da Türkiye’ye bile gelmemişti o yıllarda.  Elimize geçen kalemlerin yazan kısmı yumuşak kurşundan yapıldığı için kağıt üzeride belli belirsiz bir iz bırakırdı ve yazının üzerinden birkaç kere geçme zorunluluğunu duyardık.  Hadi güzel yazmaması bir yana, bir de mutlaka kağıdı delerdi.  Kağıtlar mı?  Onlar da zaten başlı başına bir olaydı.  Beyaz kağıtlar sanki “elleme küserim” çiçeği gibi nazikti.  “Bir an önce yırtılsam da şu kurşun kalemin ezasından kurtulsam” diye beklerlerdi sanki.
Matematik için bize sarı yapraklı “samanlı kağıttan” yapılma defter aldırdılar.   Ama bu saman harbiden saman ha!  Ezilip, inceltilip birbirine yapıştırılarak preslenen samana “samanlı kağıt” denirdi.  Eh, elimizdeki kalem “kurşun”, altındaki de “samanlı kağıt” olunca varın siz tahmin edin gümbürtüyü!  Daha ilk çizgiyi çekerken koca bir saman parçası kalemin ucuna takılır kalemi durdururdu.  Azıcık zorlarsan da saman çöpü  sayfanın ortasında koca bir delik bırakarak defteri terk ederdi.   Matematik problemini çözemeyen talebeler için gayet güzel bir bahane… Doğru sonucu yazmışsın ama görünmüyor!  Öğretmen ne desin ki? 
Hadi bunlar neyse ne…  Ya “güzel yazı” dersi?  Bir divit, bir mürekkep hokkası ve de yine samanlı kağıttan yapılma bir adet “güzel yazı defteri”… Kullandığımız mürekkep bile o devirde sadece mavi boyalı bir suydu.  (“Pelikan” mı dediniz?   Allooo???)  Diviti hokkaya daldırırsın, daha ucu kağıda değer değmez mürekkep olduğu gibi emilir ve sayfada gittikçe büyüyen mavi bir daire ile karşılaşırsın.   Çare?   Mürekkebin dağılmasına fırsat vermemek için çizgileri olabildiğince hızlı çekmek!   Yani “güzel yazı” yazmak,  sadece süratli davranmakla ile ilgiliydi, yoksa kabiliyet, beceri vs. hikaye! 
Birkaç yıl sonra arkadaşlardan bir tanesi nerden bulduysa “Atos” marka bir kurşunkalem bulmuş.  Bu günkü (otomatik olmayan)  kurşunkalemlerden yani.  Aman Allahım, oğlana ne rüşvetler verdik bize de alsın diye.  Yahu bu hem yazıyor hem de siliniyordu be!   Biz artık doğru dürüst yazan kurşunkalemlere kavuşmuştuk ama arkadaş da köşeyi dönmüştü.  Eeee, bu kalemler de kullana kullana birgün biter yani.  O kadar para vermişsin, hemen kaldırıp atıp yenisini alacak değilsin herhalde.  Ne yapmalı o zaman?  Sonuna kadar kullanmalı.   Ama nasıl?   Mahallenin orasında burasında kargı kamışları yetişiyor.  Kuru bir kargı kamışının uca yakın  yerinden bir karışa yakın uzunlukta bir parça keseceksin.  (Uca yakın olacak çünkü kamış bitkisi uca doğru incelir ve bir noktada iç  çapı kurşun kalemin sıkıca içine gireceği kadar daralır).  Oldukça kısalmış olan kalemin arkasını bu kamışın içerisine birkaç santim sokarsan kalemin uzar ve artık parmaklarınla rahat tutabilirsin.  Tasarrufa bak tasarrufa!   Daha sonra bu “kalem uzatıcılar” bazı uyanıklar tarafından ağaç tornasında tahtadan yapıldı, verniklendi ve bolca satıldı.  (Kimbilir sizin de ne anılarınız vardır bu konularda…) 
En son para vererek aldığım tükenmez kalemi seneler önce yabancı bir ülkeye giriş formu doldururken  birisi istemişti benden ve üzerine yatmıştı.  Üzülmedim desem yalan olur çünkü Scriccs marka bir emektardı ve bendeki o “kalem açlığı” hala vardı.
Şimdi mi?  Çekmecede, arabanın torpido gözünde, dolapta, mutfakta, ayakkabılıkta, çantaların hepsinde onlarca onlarca tükenmez….  Hepsi de promosyon, toplantı-seminer hediyesi, otel odalarından çantaya atılanlar…  “Beleş” de olsa, mürekkebi kuruyanı, bozulanı atmak içimden gelmiyor! Dedim ya “kağıt-kalem” açlığı işte… 
“Peki bu kalemleri ne kadar kullanıyorsun?” diye sormayın artık.  Laptop, akıllı telefon, bilgisayar, tablet, okullarda akıllı tahta vs. vs. derken hiçbir kalemin eski forsu kalmadı.  Baksanıza artık imza bile “elektronik  imza” oldu! 
Ha, hakketen ya, ben bulmaca için çekmeceden bir kalem seçektim değil mi?
 Adil Karci

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder